2006’da İFSAK’a yazıldığımda kurs için makine lazım mı diye sormuştum danışmaya. O zaman Çetin Bey ilgileniyordu kayıt işlemleriyle yanlış hatırlamıyorsam. Ben de aldım Zenit 122’imi gittim, madem fotoğraf makinesi lazım dedim. O yıllar DSLR makinenin artık favori olduğu (şimdi aynasız ne ise) yıllardı ve herkes getirmişti allı güllü dijital makinelerini. Ben o an, Banker Bilo filmindeki İlyas Salman’ın Şener Şen’e ezildiği anlardaki gibi kaldım tabi. Dersi Barış Şimşek veriyordu yine yanlış hatırlamıyorsam. Günlerden bir gün kursta ışık koşullarına göre diyafram enstantane bir de iso -buraya sonra dikkat çekicem unutma- ayarlarını anlattıktan sonra ışık koşullarını söyleyerek olması gereken enstantane ve diyafram ayarlarını sormaya başladığında ben ezberden tüm koşulların f/e ayarlarını söyleyince hoca da şaşırmıştı. Dijital ile henüz tanışmadığım için babamın bana öğrettiği ve hazır kalıpların yazılı olduğu mini Kodak el kitabından epey bir bilgiyi kafama yazmıştım. Peki ya iso? İşte o bende yoktu, sebebini fotoğrafa analogla başladıysan bilirsin. 200 asa ayarlarını ezberleyip (benim gibi amatörler için söylüyorum, kızım sen anla) çekersin.
İşte bu uzun girişimden sonra konunun, analog bir mevzuya varacağını tahmin etmişsindir. 2007 yılıydı sanırım, Muammer Yanmaz profesyonel fotoğraf kursu ve Saygın Dura stüdyo fotoğrafçılığı kursundan sonra ben stüdyoda fotoğraf çekeceğim gazla doldum taştım.
Her zamanki derin arama tarama sistemimle, önce sıfır ekipmanlara bakıp hazin sonuçla karşılaşmam çok zamanımı almadı. Profesyonel işim olmayan bir alanda çok para harcamak istemedim “haliyle”, burdan hobisine değer vermeyen adam profilini çizdin mi bana? Yapma, ben de senin gibiyim :). Madem öyle bir de yüzümü ikinci el piyasasına döneyim diyerek Sahibinden’in dibine vurdum desem yeridir. İncin cincik ederek araştırdım epey ve iki ay sonra Erdem’in ilanının kurbanı oldum. Bir ışık yerine toplamı altı paraflaş, softboxlar, stüdyo tripodu (kendisi vardır bir elli kilo, yerinde ağırdır), birleşince güzel duran ama ayrılınca tekrar birleşmeyen still-life masası yani yok yoktu satılıklar arasında. Ben de aramaya karar verdim, şöyle düşündüm aslında belki birkaç tanesini alır gerisini almam dedim. Üsküdar’da bir ofisleri vardı, belki bilirsin FlyCam firmalarının adı. Atladım arabaya gittim. Malzemeleri bir arada görünce içimin yağı eridi tabi. Fiyat fazla gelsede ihtiyacım olandan fazlasını almış olacaktım ki bu tam da tüketim toplumu olmanın gereğiydi. Ben de gereği yerine getirdim. Fiyatta anlaştık ve tüm ekipmanları hatchback arabama tıka basa yerleştirdim. Böyle işlerde heyecanla aldığın şeyleri arabaya koyarsın da, sonra ordan alıp eve taşımaya gelince bir yorulursun ya ben de bu olaya şaşırırım hep. Aldığım yer giriş katıydı ancak ekipmanları koyacağım evim Fındıkzade’de 5nci kattı. Herşey için in çık o kadar zor değildi de, o stüdyo tripodu (tripod denmez herhalde ona, daha çok t gibi) beni öldürdü. Onu o gün oraya taşımamdan sonra bir de ordan Unkapanı’na taşınırken taşımam var ki beni mahvetti.
Herşey bir güzel kurdum ampulü patlak olan bir tanesini yaptırdım Sirkeci’de. Sanırım adı doktordu, yıllarca Hensel Türkiye’de çalışmış müthiş bir adam vardı Hayyam Pasajı arkasında, rahmetli olmuş Allah rahmet eylesin. Herşeyi bir güzel kurdum ama bir tek eksik vardı o da perde, onu da Ikea ve İMÇ konsorsiyumu kapsamında çözdüm. İdare eder oldu, ama gerçek bir perdeye ulaşmam yedi sene sürdü.
Paraflaşları tetikleyen bir tetikleyici de aldıklarımın arasında vardı. Geçtiğimiz günlerde bir çekimde iki ileri mehter marşı şeklinde çalıştığını gördüm. Bir defa tetiklerse diğerinde tetiklemiyordu. Artık bozuldu herhalde derken, acaba hangi tetikleyici alsam diye AliExpress’te dolaştım ve beğendiklerimi Facebook 40 Haramiler grubumuzda paylaştım tabi neden almam gerektiğinden bahsettiğimde gelen bir yorum beni düşünmeye sevk etti. Pilini kontrol ettin mi dedi Fatih. İşte bu neden benim aklıma gelmedi ki, akıl akıldan üstdündür. Akıl tutulması yaşamaşım herhalde, nedense elektriğe bağlı olunca bir tarafı, pili yoktur diye mi düşündüm ki? Pil gittim aldım, yok ya ne gidicem AliExpress’ten sipariş verdim ki bir ay bekleyim diye. Taktım gelen pili ki ne göreyim, durum aynı. Moraller yerle bir tabi. Ben bunu bir sökeyim dedim, söktüm de. Orda bir lehimi kopmuş kablo gördüm soket kısmından gelen kabloda. Peki havya var mı, şehim var mı, lehim pastası var mı yok tabi ki. Kendi kendime “ya ne uğraşırsın git al bir tetikleyici olsun bitsin” bir tarafımda “ne oldu mücadeleci Celal’e” diyordu.
Bir tarafım kazandı diğer tarafım kaybetti, gittim lehim havya aldım geldim ve en sevdiğim kısma geldim. Bozma riskli tamir faslı, hep ilgimi çekmiştir. Bu denemeler sonunda, istatiski olarak genelde başarılı olmuşumdur. Ben de buna güvenerek, ama lehim yapmayı bilmezliğimi göz ardı ederek bu işe giriştim.
Harika bir lehim değil, farkındayım ama işimi görecek kadar da yapmamış mıyım?
Kabloyu devrede bağlı olması gereken yere basitçe tutturdum. Tabi uçlarını düzgün yapabilmek için normalde bağlı olanın lehimini koparmak zorunda kaldım ama sorunsuz lehimleyebildim. Sonuç ne mi oldu dersen, bence lehimde hata olmasa da cihaz mehter yürüyüşünden vazgeçsede her defasında çakmıyor gibi. Ya da ben, flaşın dolma süresini unutmuşum. Epey zamandır paraflaş kullanmıyordum, unutmuş olabilirim.
Muzaffer bir lehimci edası takınarak, yıldız tornavidamla tetikleyicinin vidalarını kapatıp bu bahsi de mevzu hakkındaki bilgimi güncelleyene kadar algılarımı açık bırakıyorum.
Kıssadan hissemiz ne olsun ki bu olayda?
a) Uğraşma bu işlerle, git sıfırını al.
b) Mücadeleyi bırakma, uğraş.